İstasyon?hııı?

Sağ elim sıcaktı;fakat sol elim o kadar üşümüştü ki artık pespembe kesilmişti.Cebime bile sokamayacak kadar çok canımı yakıyordu.saat 09:35 di. saat 10:00 u bekliyorduk yani Uzaktan sireni yakından hızı cazip olan treni bekliyorduk.hiç istasyon görmemiştim.Belki de gördüm ama onun “tren evi” olduğunu bilmiyordum.Bilmediğim gibi de öğrenmek istemiyordum beklide.Bazen “Cenaze evine” benziyor bazen “düğün salonuna”.bazen “ağlama hıçkırıklarına” ;bazen ise “sevinç kahkahalarına” boğuluyordu o “tren evi”.Pendik’te olduğumuzu biliyordum ama “Pendik istasyonunda” olduğumuzu bilmiyordum.Annem sağ elimi bıraktı çünkü artık güvende bir yerdeydim.Kocaman saat vardı içi beyaz, rakamların yerinde büyük roma rakamları vardı kocamandı sanki kimse treni kaçırmasın diye olmalıydı.
Trenin saati gelmiş olmalıydı ki o soğuğa rağmen dışarıda beklemeyi göze almışlardı.Çıktık hep beraber, daha çok treni bekleyenler dedeler ninelerdi.Kafamın tepesinde ki saçlarımı seviyorlardı o zamanlar sarı ince telli saçlarımı, kimi ise küçük kulaklarımı ovuşturuyorlardı ki o minicik kulaklarım üşümesi diye.İyi de oldu kulağım kadar ;kalbimde ısınmıştı çünkü.Pıtı pıtı önümüzde duran upuzun trene bindik istasyonla tren arasındaki o boşluk var ya işte o boşluktan küçük bacaklı ben nasıl atladım.Anlayamadım.Sevdiğim oyuncaklarıma atlar gibi;o trendi bana ananemi ve dedemi bana getiren,canavardı.Belki de canavar değildi çünkü çok fazla kaza yapmıyordu belki de,bu tren “postacıdır”.hı ne dersin.Çünkü postacılar sevinç heyecan getirirlerdi öyle değil mi ondan beklerdik veya biz toprak sahada top oynarken topu kendi halinde bırakıp,yoldan geçen postacı acaba bizim apartmana girecek mi diye peşinden bakardık öyle uzun uzun, derin derin.Ama yaşayamadık mektup hayatını biriktiremedik mektup,koklayamadık,dokunamadık o yazıları.Ama olsun iyi bir şey olduğunu biliyorduk yaa belki bize de gelirdi bizde öğrenirdik heyecanlanırdık.
…yuvarlak yuvarlak boruların üstüne konmuştu bavullar poşetler tam üstümüzdeydi ya bu demirler kırılırsa korkusuyla oturuyorduk koltuğumuzda 17-18 numarada.ben yabancıydım bilmiyordum.misafirliğe gittiğinde diğer çocuklara alışma süreci vardı yaa kuzu olursun ev sahibi teyze sana kurabiye verir çiçekli tabağın içinde oturursun bi yandan da odadaki televizyonda çizgi film açıktır bir ısırık kurabiyeden bir kaçak bakış diğer çocuklara bu sefer sert bir ısırık alırsın ve dönersin tekrar çizgi filmine.İşte öyle oturuyordum annemin yanında onun kuzusu sıfatında.kuzuyum ben kuzu.çekiştirir herkes bu kuzuyu biraz daha çok sevebilmek için ama oradaki asıl olay beni sevmek değil sadece kendi içlerindeki sevme duygusunu boşalta bilmek.yoksa beni sevmişler veya bardağı sevmişler onlar için bi önemi yok ama ben daha tatlı olduğum için ve de dışarıdan bardağı seven adam görüntüsü vermemek içinde olabilir.Aslından ben keşifteyim keşifteyim.Hayatımda hiç farkında olmadan nasıl kocaman şeyleri öğrettiğini bana nasıl şeyler kazandırdığını keşfedemeyecektim ama vagonlar arasında ki kapıların açıldığını ve koşmak için çok güzel bir parkur olduğunu keşfedecektim…
eee vakit gelmiştir acıkmıştır o küçük bünye yaramazlık yapmaktan bir o yana koştur bir bu yana koştur bi ona sevdirmemek için diren güzel teyzelere sevdirmek için harcanan çaba epey yormuştur bu sarı saçlı evladı.Veee simitler çıktı tren yemeği sanki ve kaç yıl geçerse geçsin simit yerken oturduğun koltuğa dökülen simit susamları kadar güzel bir manzara yoktur ve onları yere atmak için uğraştığın bacaklarının arasından elini dışıyla o susamları kovman hep sürecektir ve artık o vukuattan zevk alacaksın simit yeme zevkinin bir parçası haline gelecek...




Sonra ki bölüm…:Kondüktör ne anne?

1 yorum:

Engin Dake dedi ki...

Ben bu yazıları yazarken hem gerçek yaşamımdan hem de hikayesel yaşamımdan yararlanarak yazıyorum;benim yazılarımı okuyanlar olduğu içinde çok seviniyorum ne kadar çok okunursam o kadar güzel yazıcağıma inanıyorum...